Haftanın tüm günlerini kışlada geçirmiş gencecik askerler bir pazar sabahı bindiği otobüste olacaklardan habersiz ailesi ile rahatça telefonda görüşüp dışarda arkadaşlarıyla vakit geçireceğini planlarken saat 08:45 ‘i gösteriyordu. Ve o acı tüm gerçekliğiyle karşımızdaydı…
Başlayan mesaimizi teslim almanın, hastalara oryante olmanın telaşı içerisindeyken hatta mola saatimizi planlarken duyulan bir ses ve ardından başlayan kargaşa, susmayan telefonlar, yardım isteyen insan çığlıkları ve nereye koşacağının telaşında olan sağlık çalışanları… Erciyes Üniversitesi yakınında bombalı araç ile intihar saldırısı gerçekleşmişti. O güne kadar soğukkanlı olduğumu düşünürken yanılmışım… Nereye, kime, nasıl yardım etmem gerektiğinin telaşını yaşarken duygularım ve mantığım birbirine karışmıştı… Bir taraftan mantığım zihnimde triyaj yaparken diğer taraftan da duygusal yanım insan olduğumu unutmamam gerektiğini bir şiirin nakaratı gibi tekrarlıyordu… İnsan olmanın merhameti sarmıştı ruhumu, kalbimi, bedenimi… Bizlere öğretilen soğukkanlılık, acil durum yönetimi, uygulamaların hepsi bir an silinmiş gibiydi zihnimden ve karşılaşabileceğim en gerçek eğitimdi bu seferki asla unutamayacağım…
Yaralanan gencecik askerlerin başında yıllarını bu işe vermiş, binlerce kere CPR yapmış hekimlerin de gözleri dolu doluydu ve boğuk seslerle acil durumu yönetmeye çalışıyorlardı. Tüm hekim ve hemşireler koordine olmak için tek vücut olmaya çalışıyorduk. Patlamadan kaynaklı kolu kırılan, kanaması olan diğer insanlar “Bana yardım edin!” demeye utanıyorlardı sanki…
Askerlerden birine CPR‘a başlanmıştı. Dönüşümlü olarak kalp masajı yapıldığı için yüzünü çok görememiştim. Ben crash carttan sorumlu hemşire olarak sadece ve sadece işleme odaklanmam gerektiği fikri kafamın içinde yankılanıyordu. 30 kalp basısını tamamlayan hemşire ya da hekim sağa geçiyor ve sırasını bekleyen diğer hemşire ya da hekim yerini alıyordu. Film şeridi gibi bir kesitti sanki gözlerimin önündeki bu sıralama… Adrenalin, atropin, potasyum, entübasyon tüpü, branül sesleri sanki bir rüyadaki arka fondan gelen ve zoraki duyulan sese benziyordu ve ben bu rüyadan uyanamıyordum… Anda kalarak kendimi görevime odaklamakta zorlansam da, ruhumdaki derin sancı ağırlığını tüm bedenime hissettirse de, kulağımdaki uğultu ve sesler başımı döndürse ve orada yığılıp kalacakmışım gibi hissetsem de en büyük motivasyonum inanmak, umut etmek ve vazgeçmemek oldu.
Yasal süreyi tamamlayana kadar yapılan CPR’a rağmen o askerimiz geri dönmemişti. Ölüm saati… denildiğinde herkes sessizliğe boğulmuştu. Hiçbir sessizlik bu kadar ses çıkarmamıştı zihnimde… Boğulacakmış hissi yaratan boğazımdaki düğüm, gözlerimde akmaya hazırlanan gözyaşı, adım atamayan dizlerim, nereye dokunacağına karar veremeyen karamsar ellerim hiç bu kadar ağır gelmemişti… Vedalaştık…
Tabi ki ülkede haber hemen yayılmıştı. Sonradan izleme fırsatımız olsa da tüm haber kanalları son dakika olarak geçiyordu. “Yaralanan askerler olduğu söyleniyordu.” Haberi yapan muhabirin sözlerini duyan asker yakınları hemen telefonlara sarılmış olacak ki telefonlar hiç susmuyordu, hastane önü çok kalabalıktı… Çok kalabalıktık…
Tüm yaşananlara rağmen umut etmek, vazgeçmemek ve inanmak ilkemdi. Diğer yaralı askerlerimize ve insanlarımıza yardım etmenin mutluluğu sevinci biraz olsun rahatlatıyordu. Ekip çalışmasının ve acil durum yönetiminin insan hayatında ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlamıştım.
Elinden geleni yapmak vazife, yapmamak suç, elinden daha fazlasının gelmesi için çalışmak ise fazilettir.
Hem. Hacer ERBAY
Acıbadem Kayseri Hastanesi
Genel Cerrahi Vaka Yönetici Hemşiresi