“Hastalar kaostan çıkıp, daha yüksek bir düzen oluşturana kadar, her ne kadar dansları aritmik görünse de onların danslarına eşlik etmeliyiz…”
Margaret Newman
Yoğun bakım hemşireleri, ölümle yaşam arasında, o ince çizgide duran, bazen çizginin bir tarafına daha yakın hastaların hayatlarına, yaşadıklarına, yaşayacaklarına, danslarına, yolculuklarına eşlik ederler. Yol arkadaşı olurlar. Sizlere hayatımda kalıcı iz bırakan bir yol arkadaşımdan bahsetmek istiyorum.
Hayatlarının en zorlu süreçlerinde karşılaştığımız ve yol arkadaşlığı yaptığımız hastalarımız çoğu zaman bütün hayatlarını etkileyen bir hastalıkla mücadele halinde olurlar. Bu hastalık, yolculuk boyunca pek sevimli olmayan bir üçüncü arkadaş niteliğindedir… Non Hodgkin Lenfoma; çok güzel, çok yetenekli, kocaman gülümsemesiyle tüm olumsuzlukları ortadan kaldırabilirmiş hissini veren genç bir kızı yol arkadaşı seçmişti kendine. Uzunca bir tedavi sürecinin ardından yollarımız yoğun bakım ünitesinde kesişti. Ben üniversiteden yeni mezun olmuş bir hemşire olarak hastalarıma bakım vermekten, iyileşme süreçlerini izlemekten mutluluk duyduğum yoğun bakım ünitesindeyim. Yol arkadaşımın bilinci kapalı. Her bilinci kapalı hasta gibi onun da bizi duyduğuna, hissettiğine inancım tam. Bütün tedavi sürecinde anne ve babası onu asla yalnız bırakmadılar. Ziyarete her geldiklerinde uzun uzun günlerinin nasıl geçtiğinden, neler yaptıklarından bahsediyorlardı. Bazen yanına bir sandalye çekip sevdiği bir kitabı okuyor, bazen de dinlemekten çok keyif aldığı bir şarkıyı kulağının kenarına bırakıyor, gözlerini kapatıp onunla birlikte dinliyorlardı. Odaya girdiğimde onların birlikteliklerine sessizliğimle eşlik ediyordum.
Bir gün, tedavi için odaya girdim. Yüz yıllık uykudaymış gibi gözleri kapalı güzel kızın baş ucunda oturan annesi ona bir kitap okuyordu. Bir an durdu ve bana seslendi, “Hemşire Hanım, bakın size kızımın en sevdiği kitabı göstereyim.”
Elimdeki tedavileri bıraktım, yavaşça kızının yanında ona masal okur gibi sıcacık duran annenin yanına yaklaştım, İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü yazıyordu kitabın kapağında.
“Siz okurken ben de dinlemek isterim,” dedim.
Başıyla beni onayladı, okumaya başladı.
Biraz sonra duraksadı ve “Bakın bu kısmın altını çizmiş,” diyerek okumaya devam etti.
“Dehşetli bir ağrıdan kurtulmak büyük bir mutluluktur ve ertesi gün bu mutluluğu yaşadı. Hareket edebilmek ve nefes alabilmek, birkaç dakikalığına dahi olsa bunlardan mahrum kalan birisi için büyük nimettir.”
Çarpıldım. Kitabın çizili paragrafına gözüm ilişti. Kenarından bir ok çıkarılmış ve şöyle yazılmıştı: “Kim bilebilir ki?”
Öyle ya! Senden, kitaptaki iyi yürekli yaşlı adamdan, böylesine bir ağrıyı yaşayandan başka kim bilebilir ki? Buz gibi bir suyla yüzümü yıkıyormuş gibi hissettim. Sonra kalbimi yıkadım o suyla. Odadan hızlıca dışarı çıktım. Kendi kendime düşünüyordum.
Ağrı, kişinin ağrı inancına, algısına, hissettiğine, ifadesine bağlı… O günden sonra ağrı duyduğunu ifade eden hastaya karşı algım değişti, gelişti, genişledi…
Nöbetten çıktım. Günün yorgunluğunun yanında cebime koyduğum cümleler vardı, ayaklarım beni bir kitapçıya götürdü. O kitabı aldım. Evde hızlıca odama geçip kitabın beni çok etkileyen o kısmını açtım. Tekrar okudum, sonra altını çizdim. Sonra da kenarına küçük bir not iliştirdim:
“Kim bilebilir ki?”
Hazırlayan: Özlem Kıvanç
Acıbadem Maslak Hastanesi
Eğitim ve Gelişim Hemşiresi