Ne zaman bir prematüre bebeğin minicik parmaklarını avuçlarıma alsam, içimde aynı duygu uyanır: Burada, bu dünyada, hayatın en kırılgan ama en güçlü hâline tanıklık ediyorum. Mesleğimin on birinci, yenidoğan yoğun bakım hemşiresi olarak ise dokuzuncu yılında, binlerce bebekle yollarımız kesişti. Ama bazıları… Bazıları kalbimde derin izler bıraktı.
Her yeni doğan bebek, dünyaya açılan taptaze bir umut ışığıdır. Bazı bebekler, o ışığa ulaşmak için çok daha büyük bir mücadele verir. Onlardan biri de Acıbadem Atakent Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde tanıştığım, 31 haftalık doğan o minik kahramanımızdı. Bu benim ilk prematüre doğum deneyimimdi ve onun için duyduğum heyecanı, endişeyi, umudu hiç unutamam.
Doğum salonunda her şey yolunda gitmişti ama biliyorduk ki asıl mücadele şimdi başlıyordu. Prematüre bebeklerin çoğunda olduğu gibi solunum sıkıntısı, entübasyon süreci ve daha birçok zorluk onu bekliyordu. Ama asıl mücadele yalnızca bebeğin değil, onu her gün ziyarete gelen annesi ve babasının da içindeydi.
O anne, gözlerinden süzülen yaşlara rağmen, bebeğinin başucuna geldiğinde her zaman gülümsüyordu. İçinde fırtınalar kopuyor olmasına rağmen, bebeğine yalnızca sevgi ve umutla yaklaşıyordu. Bebeğinin minik bedeniyle büyük bir savaş verdiğini biliyordu ve o da kendi içinde aynı savaşı veriyordu. Onun her ziyaretinde, o sevgi dolu ses tonuyla bebeğiyle konuşmasını izlerken, hep aynı şeyi düşündüm: Bu süreci asıl hızlandıran şey, işte tam da bu! Annenin sevgisi, umudu, vazgeçmeyen inancı…
Günler geçti, haftalar geçti, zaman ilerledi… Annemizin endişeleri ve korkuları da gün yüzüne çıkmaya başladı, annemiz artık bu korkularını dile getiriyordu: “Yaşayacak mı?” “Ne kadar burada kalacak?” “Büyüyünce her şey yoluna girer mi?” Ama bir gün söylediği bir cümle her şeyi değiştirdi: “İnşallah her şey yoluna girecek ve hemşire ablalarını yürüyerek ziyarete geleceğiz.”
İşte o an, onun içindeki gücün bebeğine de geçtiğini gördüm. Biliyordum, bu minik beden mücadeleyi kazanacaktı. Çünkü onun yanında, sevgi ve inanç dolu anne ve babası vardı.
Sonunda büyük gün geldi. İlk ten tene teması yapacaktık. Annemiz önce korktu. Gözleri doldu, titreyen sesiyle, “Başaracağım ama korkuyorum,” dedi. “Ona dokunacağım ama sanki kemikleri kırılacak gibi… Bana yardımcı olun, yanımda olun.”
Ona gülümsedim, ellerini tuttum ve fısıldadım: “Bebeğiniz sizin enerjinizi hissediyor. Ona güç vermek istiyorsanız, yanına endişeyle değil, sevgiyle gidin, ona en büyük desteği, sevgiyle yaklaşarak verebilirsiniz. Hayal edin, birlikte geçireceğiniz güzel günleri düşünün ve ona anlatın.”
İlk temas gerçekleşmişti, annemiz artık gözyaşlarını mutluluktan serbest bırakmıştı. Ve bizler o an, dünyadaki en güçlü bağlardan birine tanıklık ediyorduk.
Zaman geçti ve o minicik savaşçımız, gün be gün güçlendi ve o mücadeleyi kazandı. Sonunda taburcu olma zamanı geldiğinde, anne ve babasıyla göz göze geldiğimizde artık tek bir şey biliyorduk: Biz bir mucizeye tanıklık etmiştik.
Şimdi, yıllar sonra, o kahramanımız sekiz yaşında. Büyüdüğünü görmek, onun hayat yolculuğuna, hayata tutunmasına uzaktan da olsa şahit olmak mesleğimin bana en büyük hediyelerden biri oldu.
Yenidoğan Yoğun Bakım bir ekip işidir. Ve ben de ekibimle birlikte, dünyaya gözlerini bu odalarda açan her yeni hayata sevgiyle, umutla dokunmaya devam edeceğim… Çünkü bazen, bir bebek ve bir anne arasında kurulan o bağ, iyileşmenin en güçlü ilacıdır.
Sevgilerimle…
Hem. Damla Yanık
Yenidoğan Yoğun Bakım Ekip Lideri
Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi